Demokrasinin altı temel aşılmaz sorunu!
Veyis Göngör
İçinde yaşadığımız Avrupa ülkelerinde cereyan eden gelişmeler, modern insanı, kendimizi yönetmemiz için miras aldıǧımız yönetim şekli olan ‘demokrasi’ hakkında, olumsuz, hatta kötü düşünmeye sevk ediyor. Avrupa’da yaşayan insan, demokrasi ve siyasetçilerin adeta dağılmakta olduğuna dair yaygın bir kanaate sahip. Bu kanaat sadece Trump’un Amerikası ile sınırlı olmayıp, Avrupa, Belçika ve Hollanda’yı da kapsıyor. Artık, istesekte istemesekte bir demokrasi krizi ve parlamenter sistemin yetersizliğinden bahsedilebilir. De Morgen yazarı Belçikalı gazeteci Joël De Ceulaer’e göre demokrasi, kriz yanı sıra, altı temel aşılmaz sorunla karşı karşıya.
Joël De Ceulaer, bu görüşlerini De Groene Amsterdammer’ın son sayısında (25 Eylül 2019, Nr. 39) “Demokrasi mükemmel deǧil: kusurlu bir sistemi savunmak” başlıklı kitabının tanıtımıyla özetlemiş. Yazar, demokrasinin en basit bir şekilde tanımlanmasını hatırlatıyor. Demokrasinin iki ana bileşenden oluştuğuna ve demokratik hukuk devletinde yaşadığımıza dikkat çekiyor. Halkın kendi kendini yönettiği sistem olan demokrasiye, birey haklarının korunduğu yani hukuk devletine vurgu yapıyor. Bu iki bileşenin çatıştığını, bunun için iki bileşenin ayrı ayrı mütalaa edilmesini öneriyor. “Hayati (yaşayan/canlı) demokrasinin hukuk devleti için tehlike arzettiğini, seçmenin ulaşamadığı liberal yapının da demokrasi için kötü bir haber olduğunu” söylüyor.
Demokratik hukuk sistemi ya da liberal demokrasinin aşılmaz bir kriz içinde olmadığını belirten yazar ancak sistemin yer yer sağlamlaştırılması ve yeniden anlaşmalara gidilmesini öneriyor. Siyasi manzara/hava, temsili demokrasi, parlamenter sistem bazılarınca kabul edilmese de seçmen tarafından parsellenmiştir diyen Joël De Ceulaer, demokrasinin kusursuz bir sistem olmadığını söylüyor. Yazara göre parlamenter sistem yetersiz ve adaletsiz. Bu doğrultuda sistemin altı zaafını aşağıdaki gibi sınıflandırıyor.
Demokrasi yetersiz
İki yüz yıl önce Amarika’yı gezen Fransız aristokratı ve siyaset filozofu Tocqueville demokrasinin yetersizliğini görüp, “Amerika’da Demokrasi” kitabını yayınladı. Tocqueville’den yüz yıl sonra Hollandalı yazar Menno ter Braak (1940’da Almanların Hollanda’ya girmesiyle intihar etti) aynı düşünceleri paylaştı. Braak, “Fidye doktrini olarak Nasyonal Sosyalizm” (1937) adlı kitabında demokraside herkesin eşit olduğu belirtilirken, aynı zamanda en doğal insan haklarının suistimal edilebileceğini söylüyor. Ve Nasyonal Sosyalistlerin, “herkesi herkese düşürdüğünü, zenginlerin fakirlere, fakirlerin de zenginlere karşı olmalarını” sağladı diyor Menno ter Braak. Demokrasinin bu tür eksikliklerle kullanılmaya müsait olduğu yakın tarihte de görülmektedir. Avrupa’nın karşı karşıya kaldıǧı göç ve mülteci meselesinin iç politikada kullanılması bunun açık bir örneğidir.
Demokrasi kaygandır
Joël De Ceulaer, “siyasi partilerin üye bulmakta zorlandığı, seçmenin sandığa yeterli oranda gitmediği bir dönemde demokrasi krizi olarak görülse de, geleneksel partilerin eskisi gibi ayak ayak üstünde oturup milletin oy vermesini bekleyemeyecekleri ortada” diyor. Batı Avrupa’da hakim olan üç geleneksel ideolojinin, “liberalizm-sosyaldemokrasi-hristiyandemokrasi“ arasındaki farkın çok inceldiğine dikkat çeken Joël De Ceulaer, yeni siyasi söylemlerin küreselleşme, göç, iklim değişikliği gibi konularda şekillendiğini ve klasik partilerin bu alanda zorlandıklarını söylüyor. “Yeni siyasi görüntünün, temsili demokrasi sayesinde, realiteye yansıdığını” belirtiyor yazar.
Demokrasi adaletsiz
Milli demokrasilerin Avrupa Birliǧine çok fazla egemenlik verdiğini söyleyen yazar, Uluslararası insan hakları, Avrupa Bütçe disiplini, ticaret anlaşmaları gibi konularda yerel yönetimlerin yetersiz kaldığını ve bu şekilde demokrasinin teknokratlara havale edildiğini belirtiyor. Brexit meselesi, Trump’un seçilmesi, Avrupa Birliğinin göç krizi gibi konular, egemen halk kitleleri ile Avrupa Birliği politikasını yapan kozmopolitler arasında çatışmayı beraberinde getiriyor. Yazara göre, “bu çatışma ise bir takım adaletsizliklere sebep oluyor”.
Demokrasi akılsızdır
Demokrasi’nin krizde olduğunu düşünen aydınların alternatifler aradığını, Çin modeli veya halkın kendi kendini yönetme yerine, bilgili ve akıllı olanların yönetimi, gibi örneklerin verildiğini söyleyen Joël De Ceulaer, bazen demokrasilerde bilim ve tecrübenin kabul etmeyeceği kararlar alındığına işaret ediyor. Yazar’a göre, bilim bizi gerçeğe daha yakın hale getirirken, demokrasi ise farklılıklara rağmen şiddete başvurmadan birlikte yaşama şeklidir. “Bilim bilgi getirirken, demokrasi de barış getirir”. Yazar, seçmenin elindeki gücün, bütün vatandaşların kaderini belirlediğini bunun için vatandaşların bilgili ve siyasi konulara ilgi ve alaka duymalarının demokrasi için zaruret olduğuna dikkat çekiyor,
Demokrasi uzlaşamamazlıktır
Gazetecilik hayatında, özellikle son dönemde İngiltere ve Amerika’daki siyasi gelişmelerle daha doğrusu siyasi bölünmüşlükler üzerine attığımız başlıklar insanı bazen ümitsizliğe sevk ediyor diyen Joël De Ceulaer, uzlaşamamazlıklarla demokrasinin hayatını sürdürdüğüne dikkat çekiyor. Böyle bir durumun Çin ve Kuzey Kore için geçerli olmadığına işaret eden yazar, Belçikalı siyaset filozofu Chantal Mouffe’ye göre demokrasinin merkezinde uzlaşmalardan daha ziyade çatışmalar ve realist çıkış noktaları yer alır. Filozof Mouffe bu görüşüyle, Amerikalı siyaset ve ahlak filozofu John Rawls ve Alman filozof ve sosyolog Jürgen Habermas’la ters düşer. Bu iki düşünür, rasyonel ve ahlaki gerekçelerle bir uzlaşma süreci arayışındadırlar. Joël De Ceulaer’e göre rasyonel gerekçeler insanların bölünmüşlüğünü ortadan kaldırmıyor. Uzlaşamamazlık demokrasinin en önemli özelliklerindendir.
Demokrasi imkansızlıktır
Amerika seçimlerine atıfta bulunan, Trump ile Hillary Clinton’un seçimlerden aldıǧı sonuçlar örnek veren, 65 milyon oy alan Clinton’un yerine 62 milyon oy alan Trump’un Başkan seçildiǧini gösteren Joël De Ceulaer, insanın aklına demokraside sistem olarak bir sorun mu var sorusunu getiriyor diyor. Cevap olarak ise, ‘hem evet hem hayır’. Yazar’a göre “demokrasiyi organize etmek için hangi sistemi seçersek seçelim, mutlaka eksik bir yanı olacaktır. Yani demokrasi, bir şekilde mantıksal imkansızlıktır. Bireysel tercihlerin kolektif politikalara tercümesi için tutarlı bir yol bulunmamaktadır”. Bu ise bizi Amerikalı ekonomist Kenneth Arrow’ın “imkansızlık kuramı”na götürüyor diyen yazar üç veya daha fazla alternatifler arasında yapılan tercih dairesel bir duruma yol açtığına işaret ediyor. Brexit meselesi bunun en somut örneği. Joël De Ceulaer, son olarak Amerikalı yazar Richard Poundstone’nin “Gaming the Vote” kitabında geçen şu cümleye işaret ediyor: “Özgür toplum olarak aldıǧımız önemli kararlar, oy kullanma olarak isimlendirdiğimiz ortak aldatmacalardan kaynaklanıyor”.
Evet. Uzun yıllardır Batı Avrupa’yı yöneten üç ideolojik (liberaller, sosyal demokratlar ve hristiyan demokratlar) ana akım vatandaşa vadettiklerini gerçekleştirmiş durumdalar. Yukarıda da ifade edildiği üzere, şimdilerde bu ana akımlar arasındaki fark çok inceldi. Yeni siyasi partiler, akımlar ortaya çıktı. Temsili demokrasi sayesinde yeni siyasi manzara yeni realiteleri yansıtır hale geldi. Aşırı sağ ve ırkçı partiler gün geçtikçe rağbet görüyor. Yeni bir siyasi eksen oluştu. Gündemde göç, küreselleşme, iklim, çeşitlilik gibi tüm dünyayı yakından ilgilendiren konular var. İklim politikaları için Avrupa sokaklarında on binler yürüyor. Seçmen, yeni gelişmelerden etkilenip, buna göre tercih yapıyor. Avrupa’da siyasi manzara bu haldeyken, yukarıda da izah edildiği üzere, demokrasimizin hali de bu şekilde.